9 Haziran 2008 Pazartesi

Annelerin Daha Fazla Güneş Işığına İhtiyacı Var!

Hazırlayan: Prof. Dr. Şükrü Hatun
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Profesörü, Pediatrik Endokrinoloji Uzmanı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

D vitamini hem vücuttaki kalsiyum ve fosfor metabolizması hem de kemiklerin gelişiminde önemli rol oynayan bir hormon ön maddesidir. Vücuttaki D vitaminin temel kaynağı güneş ışınlarının etkisiyle bağlı deride yapılan D vitamini sentezidir ve bu nedenle çocuk ve erişkinlerdeki D vitamini düzeyleri mevsimlere bağlı büyük değişkenlik göstermektedir. D vitamininin temel görevi çocuklarda büyüyen kemik dokusu (erişkinlerde ise yeniden kemik yapımı için) için gerekli kalsiyum ve fosfor düzeyini sağlamaktır. Vitamin D bağırsaklarda kalsiyum ve fosforun emilimini arttırarak bu görevini yapmaktadır.

Erişkinlerde D vitamini yetersizliği sorunu
D vitamini daha çok çocuklarda sık görülen raşitizm sorunu ile gündeme gelmekle birlikte son yıllarda erişkinlerde D vitamini yetersizliği ve bunun kemik sağlığı üzerine etkileriyle ilgili tartışmalar artmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde genel dahiliye yataklarında yatan 290 hastanın %57’sinde D vitamini yetersizliği saptanmış ve hastaların %22’sindeki yetersizliğin şiddetli düzeyde olduğu belirlenmiştir. Benzer şekilde Hollanda’da çoğu kadın 142 erişkinin %79’unda D vitamini düzeyleri düşük bulunmuştur. Değişik ülkelerdeki bu sonuçlar yetersiz D vitamini alımı, iç ortamlarda geçen yaşam süresinin fazlalığı ve güneş ışınlarından yararlanmama, hava kirliliğinin ultraviyole ışınlarının insanlara ulaşmasını engellemesi ve dini inançlara bağlı örtünme gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle erişkinlerdeki D vitamini yetersizliğinin yaygın bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır.

 D vitamini düzeylerindeki düşüklük yalnızca basit bir biyokimyasal bozukluk olmayıp; beraberinde kemik yapım-yıkım hızında artma, osteoporosiz (kemik erimesi=kemik dokusunun azalması) ve hafif osteomalazi (kemik yumuşaması=kemik dokusuna kalsiyum ve fosforun yeterince çökmemesi) ve kalça veya diğer kemiklerdeki kırık ihtimalinde artma gibi fizyolojik, klinik ve patolojik bulgulara yol açmaktadır. Yaşam süresinin uzaması ile birlikte kemik erimesine bağlı kırıkların artması kemik erimesinin önlenmesi konusunda değişik seçenekleri gündeme getirmektedir. Yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada günde 500 mg kalsiyum ve 700 IU D vitamini desteğiyle 3 yıllık dönemde, bulgu veren omurga kemikleri dışındaki kemik kırık oranında % 50 azalma olduğunun bildirilmesi, D vitamininin çocukların kemik sağlığı yanında erişkinlerin kemik sağlığındaki rolünü yeniden gündeme getirmiştir.

Annelerde D vitamini yetersizliği ve bebekler üzerine etkileri
Gelişmekte olan ülkelerde veya gelişmiş ülkelerdeki etnik topluluklarda annelerdeki D vitamini yetersizliğinin sık görülen bir sorun olduğu bilinmektedir. Pakistan’da yeni doğum yapmış kadınların %48’inde şiddetli düzeyde D vitamini yetersizliği olduğu saptanmış ve annelerin D vitamini düzeyi ile 3 aydan küçük bebeklerin D vitamini düzeyleri arasında anlamlı ilişki olduğu gösterilmiştir. Benzer bulgular Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde de saptanmıştır.

D vitamini yetersizliği anneleri etkilemekle birlikte esas etkisini bebekler üzerinde göstermektedir. Bu etkilerin başlıcaları, büyüme geriliği, kemik dokusu gelişiminde gerilik [kendini doğumsal raşitizm (konjenital rikets), kafa kemiklerinde yumuşama (kraniotabes), geniş bıngıldak (fontanel), kemik mineral yoğunluğunda azalma ve kemikleşme merkezlerinin gelişim hızlarında yavaşlama ile gösterir], dişlerde enamel hipoplazisi ve kalsiyum dengesi bozukluklarıdır.

Annelerin D vitamin düzeyleri süt verme döneminde anne sütü içindeki D vitamini miktarını doğrudan etkilemektedir. Bebeklerin serum D vitamin düzeyleri sekizinci haftadan sonra annenin D vitamin durumundan etkilenmekle birlikte esas olarak güneş ışığına maruz kalma miktarına göre değişmektedir. Bebeklerin D vitamini düzeylerinin korunması için çıplakken (üzerinde yalnızca bez varken) haftada 30 dakika, giyinikken ise haftada 2 saat güneş görmeleri gerekmektedir. Güneş ışığından yeterli ölçüde yararlanamayan bebeklerin annelerinin de D vitamini düzeyleri düşük olduğunda (anne sütü D vitamini düzeyi de buna bağlı düşecektir) raşitizm riski artmaktadır.

Güneş Işığından Yararlanma ve Ülkemizdeki Annelerde D vitamini Yetersizliği Sorunu
Ülkemizde uzun zamandan beri değişik ölçülerde annelerin D vitamini yetersizliği sorunu olduğu üzerinde durulmaktadır. Hasanoğlu ve arkadaşları 1981 Anakara Doğumevi ve Hacettepe Tıp Fakültesi’nde doğum yapan annelerin %20’sinde D vitamini yetersizliği saptanırken, Aydın ve arkadaşları tarafından 1988’de İstanbul’da yapılan bir araştırmada kış sonu ve yaz sonu incelenen toplam 100 doğum yapan kadın arasında kış sonu doğum yapan kadınların ortalama 25(OH) D vitamini düzeyini belirgin ölçüde düşük bulmuşlardır.
 Son yıllarda annelerde D vitamini durumunu inceleyen araştırmalar 15-20 yılda ülkemizdeki sosyoekonomik değişimlere rağmen annelerde D vitamini yetersizliğinin sıklığında ve şiddetinde bir azalma olmadığını göstermektedir. Son iki yıl içinde İstanbul, Ankara ve Kocaeli’nde yapılan bu çalışmaların özet sonuçları Tablo 1’de sunulmuştur. Tablodan anlaşılacağı gibi ülkemizin kentsel bölgelerinde yaşayan annelerin büyük çoğunluğunda orta veya şiddetli düzeylerde D vitamini yetersizliği sorunu vardır. Her üç araştırmada da sosyoekonomik düzey ve örtülü giyinme tarzı ile annelerdeki D vitamini yetersizliği arasında önemli bir ilişki olduğu bildirilmektedir. Kocaeli bölgesindeki annelerde D vitamin yetersizliğinin daha yüksek oranda ve daha şiddetli düzeyde olmasında araştırmanın kış sonu yapılması kadar bölgesel faktörlere (kentsel ve endüstriyel hava kirliliği, sonbaharla birlikte güneşli gün sayısında belirgin azalma, muhafazakar yaşam tarzı gibi) bağlı görünmektedir. Yakın zamanda Hindistan’da (Yeni Delhi) yapılan bir çalışmada hava kirliliğin yüksek olduğu bölgede yaşayan çocukların 25 (OH) D vitamini düzeyinin düşük hava kirliliği bölgesinde yaşayanlara göre %50 düşük bulunması (sırasıyla 126 ve 28.2 nmol/l) hem Kocaeli hem de diğer kentlerdeki yüksek orandaki D vitamini yetersizliği ile hava kirliliği arasında ilişkiye önem verilmesi gerektiğini göstermektedir

Sonuçlar ve öneriler: Annelerin daha çok güneş ışığına ihtiyacı var!
Annelerdeki D vitamini yetersizliği, hem anneleri hem de bebekleri etkileyen, dolayısıyla çocukluktan erişkinliğe kemik sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olan bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Bu sorun güneş ışığından yararlanmayı engelleyen çevresel ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olarak bazı ülkelerde ciddi halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Son yıllardaki araştırmalar ülkemizde son 20 yılda annelerde D vitamini yetersizliği sorununun yaygınlığı ve şiddetinde bir azalma olmadığını göstermektedir.

Güneş ışığı en önemli D vitamini kaynağı olduğundan yeterli güneş ışığı alınabiliyorsa gebelik ve emzirme döneminde D vitamini eklenmesine gerek yoktur. Bununla birlikte yeterli güneş ışığını tanımlamak zordur ve özellikle kışın bazı bölgelerde güneş ışınlarından yararlanma imkanı çok azalmaktadır. Bu nedenle besinlerin D vitamini ile güçlendirilmediği ve yetersiz güneş ışığı alan bölgelerde yaşayan kadınlara gebeliğin son 3 ayında günde 1000 IU D vitamini verilmesi veya son üç ayın başlangıcında bir kez 100.000 IU D vitamini verilmesi önerilmektedir. Bu öneri özellikle örtülü giyim tarzına sahip anneler ve hava kirliliği olan kentlerde yaşayan kadınlar açısından daha önemlidir. Bunun yanında başta genel pratisyenler olmak üzere kadın doğum ve çocuk sağlığı uzmanlarının gebelere ve yeni doğan döneminden itibaren bebeklere yeterli D vitamini sağlanması konusuna daha fazla önem vermeleri gereklidir.

Tablo 1. Günümüzde Ülkemizin değişik kentlerinde annelerde D vitamini durumu
 




























İstanbul

Ankara 

Kocaeli

Sayı 

  48 

 50 

   78

Zaman 

 Yaz 

 Ekim-Kasım 

Mart-Mayıs

25 (OH)D3 düzeyi
< 40 nmol/L kadın oranı
(Orta derecede yetersizlik)

% 67 

% 85 

% 95

25 (OH)D3 düzeyi
<25 nmol/L kadın oranı
(Şiddetli yetersizlik)

 % 54 

% 46 

 % 80

Meme Kanserinin Önlenmesinde Beslenmenin Rolü

Hazırlayan : Uzm.Dyt.Şeniz ILGAZ

Soya Mucizesi

Batı toplumlarında meme kanseri en fazla görülen 2. kanser türüyken, Uzak Doğu ve Asya’da görülme oranı daha düşüktür.  Asya ve Uzak Doğudan Amerika’ ya göç edenler üzerinde yapılan çalışmalarda meme kanseri oluşumunda çevresel koşulların genetik etmenlerden daha etkili olduğu saptanmış ve buna en önemli katkıyı da beslenme şeklinin sağladığı belirtilmiştir.

Bir çok bitkide östrojenik aktiviteye sahip çeşitli kimyasal bileşikler mevcuttur. Bu bileşikler tıpkı insan vücudunda bulunan östrojene benzer yapı gösterirler.

Uzak Doğuda çeşitli formlarda soya fasulyesinin tüketimi yaygındır (soya fasulyesi, tofu, soya sütü gibi). Soya, bitkisel östrojenler (fitoöstrojen) açısından zengin bir kaynaktır.

İnsan fizyolojisinde östrojenlerin rolü genellikle önemlidir. Bitkisel besinlerde bulunan fitoöstrojenler,  insan sağlığının korunmasında, pek çok hastalığın önlenmesinde önemli rol oynarlar.

Yapılan çalışmalarda,  fitoöstrojenlerin  oral olarak alındıklarında; kanser, koroner kalp hastalıkları gibi pek çok hastalığın oluşma riskini ve menopozda ve adet döneminde meydana gelebilecek problemleri azalttığı belirtilmiştir.

Bu nedenle, soya meme kanserinden korunmada etkili bir besindir.

Gebelikte Beslenme

Hazırlayan : Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı

     
Gebelik anne adayı olmak, eşine ve kendine benzer bir canlıyı vücudunda taşımak çok özel ve sorumluluk isteyen bir süreçtir. Bebeği içinde hissetmek, yavaş yavaş artan ağırlık, değişen fiziksel görünüm, anneye başka bir güzellik katar.

Bebeğin büyümesi, sağlıklı olması, ruhsal, fiziksel, zihinsel yönden iyi gelişmesi annenin sağlığı ve beslenmesi ile doğru orantılıdır.
Annenin gebelik öncesi fiziksel gelişimini tamamlamış olması, besin depolarının yeterli olması ve doğum yaşı hem bebeğin hem de annenin sağlığını koruyacak en önemli etkenlerdir. Çünkü bebek annenin besin yedeklerinden ve gebelik boyunca tükettiklerinden kendisi için lazım olanları seçip alarak, büyür beslenir.

Gebelik süresince bebek iyi beslensin diye fazla yemek, dengesiz beslenmek doğru değildir. Ama doğum sonrası eski görünüme kolayca ulaşmak için az yemek ise hiç doğru değildir.

İnsan yaşamında beslenmenin çok önemli ve çok özel olduğu devrelerden biri olan gebelik, anneye topluma sağlıklı bireyler kazandırma sorumluluğunu vermiştir. Anne iyi ve doğru beslenmezse ölü doğum, erken doğum, düşük ağırlıklı doğum, bedensel ve zihinsel özürlü doğumlar gibi tehlikelerle karşılaşabilir. Kendisinde ise kansızlık, tansiyon problemleri, vücutta su tutulması, yorgunluk, diş kayıpları ve kemik problemleri olabilir.

Gebelikte sindirim Sorunları
Gebeliğin ilk üç ayında uyum problemleri nedeniyle bulantı ve kusmalar görülür.Yiyecekleri tüketmede zorluklar olur. Sözü edilen uyum problemleri her annede olacak değildir. Bu ilk dönemde kusma ve bulantıyı tetikleyen şartları mümkün olduğunca ortadan kaldırmaya, biraz sakinleştikten sonra başka yiyecekler tüketmeyi denemeye çalışmalıdır.

Çok yağlı yiyecekler, fazla sulu yemekler, ağır kokulu baharatlar, lahana, karnıbahar ve et, kavrulmuş soğan kokuları bulantı ve kusmayı tetikler. Pişerken kokusu ile zaten hassas olan anneyi uyaran yiyecekler ya başka yerde pişmeli, ya da bunların yerine uygun değişimler kullanılmalıdır. Örneğin et yerine balık, tavuk, hindi eti tüketilebilir.

Kış sebzelerinden havuç, patates, ıspanak tüketilebilir. Limon ,yoğurt yemeklerde tüketimi kolaylaştırır.Limon hem C vitamini olarak hem de rahatlatıcı olarak kullanılabilir.

Genelde sabahları yataktan kalkınca başlayan bulantılarda bir dilim peynir, bir iki grissini rahatlık sağlar.

Sıvı yiyecekleri az tüketmeye ve yemek sonrası bir süre dinlenmeye özen gösterilirse problemler azalabilir. Az ve sık beslenmek de yaralıdır.

Kabızlık ileri aylarda görülebilen problemlerdendir. Kabuğu ile yenen meyveleri tüketerek,her öğünde sebze ve salataya yer vererek busorunun önüne geçebiliriz. Günlük yürüyüşleri ve su tüketiminide ihmal etmemeliyiz.

Gebelikte Doğru ve Yeterli Beslenme
Annenin günlük yaşantısını sürdürecek yeterli enerji ve besin öğelerini alırken fazladan alacağı protein, enerji, vitamin ve mineraller hem kendisi hem de doğacak bebeğin sağlıklı olmasının garantisidir.

Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması annenin yaklaşık 10-12 kg alması demektir. Bu artışı sağlayabilmek için ek olarak günlük 20 gr. Protein, 15-20mg. Demir, 500mg. Kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji artışı gereklidir.

Doğru beslenme ve gebelik durumunun özellikleri nedeniyle gereksinmelerin çeşitli yiyecek guruplarından sağlanması gerekir.
Yiyecekler vücudumuzda çeşitli görevler yaparlar. Aynı görevleri yapan yiyeklerden besin gurupları oluşturulmuştur. Gurup seçeneklerinden birini tüketmiyorsanız bir diğerini yiyerek de doğru beslenebilirsiniz.

ET, YUMURTA, KURUBAKLAGİL GRUBU: Beyin, kas, kemik ve dişlerin gelişimi ve kan yapımında görevlidir. Protein ve demir gereksinimini karşılarlar.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Kemik, diş gelişimi ve büyüme ile görevlidirler. Protein ve kalsiyum kaynağıdırlar.
SEBZE VE MEYVELER : Büyüme ve gelişme için vitamin ve mineralleri sağlarlar.
TAHILLAR: Enerji ve B gurubu vitaminleri içerdiklerinden büyüme ve gelişmeye yardımcı olurlar.
YAĞLAR VE ŞEKERLER : Sadece enerji içerirler. Enerji gereksinimine yardımcı olurlar.
Yeterli ve dengeli beslenmede dikkatli bir şekilde tüketmek zorunda olduğumuz bu besin guruplarını gebelikte de aynı özenle tüketmeliyiz ki sağlıklı yaşayabilmek için doğru beslenme alışkanlıklarını kazanabilelim.

Gebelikte Dikkat Edilmesi Gereken En Önemli Nokta
Yaş, boy ve hareket durumumuza göre uygun ağırlıkta gebeliğe başlamaktır. Çok kilolu bir gebeyi zayıflatmak bu süreçte doğru değildir, kilosunu korumaya çalışmak, ilk üç ayda enerji eklemesi yapmamak, dördüncü aydan sonra enerji kısıtlamasına gitmemek gerekir. Daha yüksek enerjili yiyeceklerden daha fazla almasına engel olarak, gebelik için gerekli besin ögelerini alarak gereksinmelerini karşılamak esastır.

Ergenlik çağında olan, ya da yaşantısı gereği çok hareketli gebelerde ise mutlaka olması gereken kilonun sağlanması ek olarak gebelik için artan gereksinimin karşılanması sağlanmalıdır.

Gebelikte ağırlığın takibi çok önemlidir. İlk üç ayda 0,5-1 kg, sonraki aylarda ise ortalama 1.5-2.0 kg, ağırlık kazanması uygundur. Çok zayıf gebelerde, yetersiz ve dengesiz beslenenlerde düşük ağırlıklı doğum, erken doğum, ölü doğum, zihinsel ve bedensel özürlü doğumlar görülebilir. Annede anemi, kemik ve diş kayıpları, preeklempsi, vücutta su tutulması (ödem), iş gücü kaybı, halsizlik görülme oranı yüksektir. Çok kilolu gebelerde hipertansiyon, şeker hastalığı, doğum güçlükleri gibi problemler görülebilir. Bu nedenle anne adaylarının gebelik öncesi kontrolleri yapılması, gebe kaldıktan sonra her ay beslenme ve kilo izlenmesinin yapılması gerekmektedir.

Gebelik Döneminde Tüketilmesi Gereken Besinler ve Ölçüleri























BesinMiktarı
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ2 Su Bardağı süt veya yoğurt 1 porsiyon peynir (2 dilim) veya 2 yemek kaşığı çökelek
ET ,YUMURTA ,KURUBAKLAGİLLER1 Yumurta
1 porsiyon et, balık, tavuk, hindi (60-90gm.)
1 porsiyon kurubaklagil yemeği (120gm)
TAZE SEBZE VE MEYVELER2 Porsiyon pişmiş taze sebze
3 porsiyon çiğ taze sebze
2-3 adet orta boy meyve veya taze meyve suyu
TAHILLAR6-8 İnce dilim ekmek
1 porsiyon pilav veya makarna
1 porsiyon çorba
YAĞLAR3-4 Silme yemek kaşığı sıvı yağ
ŞEKERLER1-2 Tatlı kaşığı bal, reçel veya pekmez

Örnek Yemek Listesi
SABAH:

    1 bardak süt,
    1 yumurta,
    1 dilim peynir,
    1 orta dilim ekmek,
    1 domates, 1 salatalık, maydanoz, yeşil biber, dereotu v.b
KUŞLUK:
    1 meyve + 1 bardak ayran + 1 ince dilim ekmek
ÖĞLE:
    1 Porsiyon etli kurubaklagil yemeği
    1 porsiyon pilav veya makarna
    1 bardak ayran
    1 porsiyon salata
    1 orta dilim ekmek ,1 adet meyve
İKİNDİ:
    1 dilim ekmek+ 1 dilim peynir + domates , salatalık + 1meyve
AKŞAM:
    1 porsiyon et, balık, tavuk (sebzeli)
    1 porsiyon zeytinyağlı sebze yemeği
    1 bardak ayran,
    1 porsiyon salata , 1orta dilim ekmek
GECE:
    1 su bardağı süt veya 1 porsiyon sütlü tatlı + 1 porsiyon meyve
Kahvaltıda veya ara öğünlerde 5 zeytin, 1tatlı kaşığı bal, pekmez, reçel tüketilebilir. 1 porsiyon meyve 1orta boy elma, portakal veya küçük bir salkım üzüm, ince bir dilim karpuz veya kavun, yarım muz veya greyfrut olabilir.

Gebelikte Beslenmede Dikkat Edilecek Noktalar

    Çay, kahve gibi içeceklerin yemekle birlikte tüketiminizi azaltıp, yerine ayran, süt, meyve sularını tercih ediniz. Her öğünde mutlaka C vitamini kaynakları tüketiniz.
    Sebze ,meyve, kurubaklagilleri iyice yıkamadan tüketmeyiniz.Sebzelerin ,makarnanın haşlama sularını dökmeyiniz, ya suyunu çektirerek pişiriniz ya da sularını çorbalarda kullanınız
    Sigara,alkol kullanmayınız, Sigara dumanına maruz kalmayınız.
    Yemeklerde iyotlu tuz kullanınız. Tansiyon yüksekliklerinde yemekleri tuzsuz pişiriniz.
    Hazır gıdalardan kaçınıp doğal besinler tüketiniz. Hazır içecekler, hazır çorbalar, ve mevsimi olmayan sebze ve meyveleri tüketmeyiniz.
    Et, balık, tavuk, kurubaklagil tüketimini birer gün ara ile yaparak tek düzelikten kurtulup bıkkınlık yaratmadan doğru besleniniz.
    Süt içemiyorsanız yoğurt veya ayran tüketiniz. Peynir yerine çökelek tüketebilisiniz.
    Yağda kızarmış hamur tatlıları yerine, meyve veya sütlü tatlıları tercih ediniz.



UNUTMAYINIZ !.. Annenin ve bebeğin sağlıklı olmaları; annelerin gebelik öncesi sağlığı, besin yedeklerinin durumu ve gebelik boyunca kendileri ve bebekleri için yeterli ve dengeli beslenmelerine doğrudan bağlıdır.
BEBEĞİNİZ SİZİN YEDİKLERİNİZDİR.

Doğumdan Sonra

UYARILAR


  • Doğumdan Sonra İyi Beslenin, İstirahat Edin, Bebeğinizin İyi Bakımı İçin Beslenme, Uyku ve Temizlik Konusunda Dikkat Gösterin.
    Doğumdan sonra, mümkün olduğu kadar erken ayağa kalkın, hareket edin fakat 6 hafta ağır işler yapmayın.


  • Bebeğinizi Mutlaka Emzirin.
    Emzirmekle hem bebeğinizi en iyi şekilde besler, hem de bulaşıcı hastalıklardan korunmasını sağlarsınız. Bebeğinizi en az 6 ay emzirmelisiniz.


  • Yeniden Bebek İstiyorsanız En Az İki Yıl Beklemelisiniz.
    Gebelikleriniz arasında yeterli süre olmazsa, siz de, bebekleriniz de sağlığınızı yitirebilirsiniz.


Gebeliği Önleyici Yöntemlere Doğumdan Hemen Sonra Başlamadıysanız, Korunmaya Karar Verdiğiniz Zaman Şu Yöntemleri Kullanabilirsiniz:

Bebeğiniz 40 Günlük Olduktan Sonra, Siz:

 RİA (Rahim İçi Araç) uygulatabilirsiniz.
 Tüp ligasyonu yaptırabilirsiniz.
 İğne (Depo Provera) yaptırabilirsiniz.
 Kolunuza deri altı kapsülleri 8Norplant) yerleştirtebilirsiniz.
 Bebeğinizi emzirdiğiniz sürece herhangi bir zaman mini-hap kullanmaya başlayabilirsiniz. emzirmeyi bıraktığınız zaman, ya da emzirmiyorsanız, diğer doğum kontrol haplarını kullanabilirsiniz. Bu yöntemleri kullanmak için adet görmeyi beklememelisiniz.


Veya Eşiniz:

 Kaput (kılıf, prezervatif, kondom) kullanabilir.
 Vazektomi (Erkek tohum kanallarının bağlanması) ile, gebelikten kesin korunma sağlayabilir.


Unutmayınız:

Henüz adet görmemiş olsanız bile, tekrar gebe kalmanız mümkündür. Gebe kalmayı önlemek için etkili yöntemlerden birini kullanmanız gerekir. Geri çekme (eşinizin cinsel ilişkide geri çekilmesi)


Tekrar Gebe Kalmadan Önce Bu Sorulara Cevap Vermelisiniz:

 Yaşınız 20’den küçük veya 35’ten büyük mü?
 Son gebeliğiniz 2 yıldan daha kısa süre önce miydi?
 Gebeliklerinizin sayısı 4’den fazla mı?
 Şeker hastası mısınız?
 Tansiyonunuz yüksek mi?
 Kalp hastalığınız var mı?
 Böbrek hastalığınız var mı?
 Gebelikte kanama geçirdiniz mi?
 Gebelikte havale geçirdiniz mi?
 Üstüste birkaç kez kendiliğinden düşük yaptınız mı?
 Rahim veya diğer üreme organlarınızdan ameliyat oldunuz mu?


Bu sorulardan 1 tanesine bile “EVET” dediyseniz.

DİKKATLİ OLUN, TEKRAR GEBE KALMANIZ SAĞLIĞINIZ İÇİN
TEHLİKE YARATABİLİR.

Sporda Bayanlar

Hazırlayan : Dr. Nilüfer Özaydın

Bayanlar, sportif aktivitelerin hepsinde yer alabilirler. Ancak erkekler ile bayanlar arasındaki özel fiziksel farklılıklardan dolayı, bayanlar bazı spor dallarında üstün olabiliyorlarsa da bazı spor dallarında erkekleri e aynı performans düzeyine ulaşamazlar.

Düzenli ve yoğun egzersiz yapan bayanlar: adet gören kadınlarda siklusun kaybı, adet kanamasında miktar olarak azalma, ve bunların etkisi ile omurga kemik mineral yoğunluğunda azalma ve erken yaşta osteoporoz ve stres kırıkları(travma olmaksızın kas kasılmalarına bağlı kırıklar) şansının artması gibi risklerle de karşı karşıyadırlar.

Gebelik, daha ileri dönemlerinde değişiklik yapılmaya ihtiyaç duyulmasına rağmen, herhangi bir anormal seyir olmadığında, fiziksel aktiviteye doğrudan engel olmaz.

ANATOMİ VE FiZYOLOJİ:
Bayanlar, sporda baylarla karşılaştırıldıklarında, performanslarını etkileyebilecek temel fizyolojik ve anatomik farklılıklara sahiptirler. On yaşına kadar bayanlar ve baylar fizyolojileri yönünden çok benzerdirler. Ergenliğin başlaması ile sekonder seks karakterleri gelişir ve seksler arasındaki farklılıklar belirir.

Bayanlar genellikle baylardan daha kısa ve daha hafiftirler. Kızlar ergenliğe ortalama erkeklerden 2 yıl önce girer ve 2 yıl önce tamamlarlar. Kızlarda 10 yaş, erkeklerde 12 yaş civarında büyüme hızı artmaya başlar ve ergenlik çağındaki kişilerde belirgin hızlanma görülür. Bu dönemde erkekler 30 cm., kızlar 10-20 cm. uzar. Ağırlık ise 7-30 kg., ortalama 20 kg. artar. Erişkin boy uzunluğunun % 20-25`i bu dönemde kazanılır. Boyca artış kızlarda 8 cm/yıl, erkeklerde 10 cm./yıl olmaktadır. Boyca uzama hızı erkeklerde on iki buçuk, on beş buçuk yaşları arasında pik yaparken, kızlarda bu pik erkeklerden ,2 yıl önce olmaktadır.

Ergenlik dönemindeki kişilerde, kas-iskelet sistemi ve iç organlarda, özellikle üreme organlarında belirgin büyüme ve gelişme olmakta, el bilek kemiklerinde kıkırdak yapılar kalsifiye olmakta ve kemikleşmede belirgin artış olurken, lenfatik dokuda ve erkeklerde cilt altı yağ dokusunda azalma olmaktadır. Bacaklar gövdeye göre daha hızlı büyür ve büyümesini daha önce tamamlar. Ağırlık artışı ise, boyca uzamanın pik yapmasından yaklaşık 6 ay sonra belirginleşmektedir. Deri altı yağ dokusu kızlarda 8, erkeklerde 10 yaş civarında artmaya başlar, erkeklerde boyca uzamanın pik yapmasından sonra azalırken, kızlarda artış devam eder ve en çok kalça ve omuzda lokalize olur. Kas dokusundaki artış boyca uzamanın pik yapmasından yaklaşık 3 ay sonra maksimuma erişir.

Bayanlarda, ergenlikten sonra taşıyıcı eklemlerin açıları atmıştır. Bu bayanlara fırlatma ile ilgili olaylarda mekanik bir dezavantaj sağlar. Daha geniş pelvis, femur açısını arttırır; bu quadricepsin origo-insersiosu arasındaki çizgiyi döndürür, bu dönüş dizi de etkiler (Q. insersiosu patella üzerinden tibial tüberküle uzanır) ve patellafemoral ekleme doğru kuvvet artışı yaparak, bazı aktivitelerde ön dizde ağrı oluşmasına neden olur.

Bayanlarda ağırlık merkezi de daha aşağılardadır. Bu dengenin önemli olduğu aktivitelerde bayana avantaj sağlarken, atlama ile ilgili spor dallarında dezavantaj sağlar.

Bay ve bayanlar arasındaki bir fizyolojik farklılık da, O2(oksijen) uptake`nin bayanlarda daha düşük olmasıdır. Bu farklılık, bayanın dayanıklılık sporlarındaki başarısını negatif etkiler. Daha düşük 02 alımı, total vücut kitlesi ile ilgili olarak, daha küçük kalp ve daha küçük akciğerlerden dolayıdır. Daha küçük kalp demek, daha küçük atım hacmi demektir. Yani bir pay ile aynı miktar O2(oksijen) uptake`ini başarmak için bir bayan, daha yoğun çalışmak ve daha büyük kalp hızına sahip olmak zorundadır. Bazı elit bayan sporcular dayanıklılık sporlarında ortalama bay değerlerine ulaşabildilerse de, tabii ki buna ulaşmada bir sınır olduğu için, bir antremanlı bayan, bir antremanlı bay kadar aynı O2(oksijen) uptake`ini asla başaramaz.

Max. O2(oksijen) alımı, aerobik çalışma kapasitesini tayin eden önemli bir şeydir.

Bayanları dayanıklılığa dayalı sporlarda rölatif olarak dezavantajlı duruma sokar. Daha düşük O2(oksijen) alımı, ağırlığa oranla daha az miktardaki kan ile birliktedir.

Baylarda 5-6 it. kan var iken, bayanlarda 4-4.5 it. kan bulunur. Aynı zamanda bayanlarda her ünite kan volümü başına daha az hemoglobin vardır. böylece de kaslara nisbeten daha az O2 (oksijen) taşınır.

Bayanların yağsız vücut kitleleri baylardan daha düşüktür. Kas uzunluğu da her ne kadar, kesitlerde benzer olmasına rağmen, bayanlarda daha az kas vardır. Bu demektir ki, ortalama bayan uzunluğu ortalama bayların yaklaşık % 60`ldır. Bu durum antrenman ile olumlu etkilenebilirse de hiçbir zaman baylara eş olamaz.

Bayanların total vücut ağırlıklarının yaklaşık % 25-33`ü yağdır, erkeklerde ise % 15-18 dir. Zayıf bayanların vücut yağı % 20`den azdır, zayıf bayların ise % 10`dan azdır. Yağ oranının artması bayanların performansını birçok aktivitedeki baylara göre rölatif olarak azaltır. Çünkü yağ oranının fazlalığı sadece su üzerinde durabilme ve izolasyonun gerekli olduğu yani ekstra yağ kitlesine ihtiyaç duyulan uzun mesafeli yüzme gibi durumlarda avantaj sağlar.

Bayanların iskelet kaslarının diğer kaslarından farklı olarak yağları enerjiye çevirmede daha büyük kapasiteye sahip olduğu ileri sürülüyor. Bu özellik, dayanıklılığa dayalı sporlarında bayanları daha uygun duruma getirir, ultra dayanıklılık durumlarında bayana avantaj sağlar.

Bayanlar, baylar ile aynı sayı ve konsantrasyonda ter bezlerine sahiptirler ama daha az terlerler. Bayanlar terleyerek daha az ısı kaybederler, yani daha az su kaybederler. Gerçekte radyasyonla daha fazla ısı kaybederler ki bu da nemli ortamlarda bayanlara avantaj sağlar.

Genel olarak bayanlar, baylardan daha elastikidirler, bu jimnastik, bale gibi sporlarda bayan için olumludur, Ancak daha fazla elastikiyet, daha fazla tendon yaralanması demektir.

Kadınlarda Böbrek Taşları Riski ve Meşrubat İçilmesi

Bol sıvı alımı, tüm yazarlarca olmasa da çoğu yazar tarafından böbrekte taş olan durumlarda yinelemeyi azalttığı düşünülerek önerilmektedir.

Belli meşrubatların böbrek taşı oluşumu üzerinde etkileri ile ilgili çok az çalışma vardır.

Bira ve kahve tüketimi ile böbrek taşı öyküsü arasında negatif bir ilişki vardır. Karbonatlı içeceklerle (soda) ise pozitif ilişki söz konusudur. Süt, çay ya da su için belirgin bir bağlantı yoktur. Erkeklerde yapılmış izlem çalışmasında elma suyu ve greyfurt suyu ile artmış, kahve, çay ve alkollü içeceklerle azalmış risk saptanmıştır. Bu çalışma kadınlara uyarlanmaz; çünkü taş oluşumu erkeklerden farklı olabilir. `su içmek` bu çalışmaya alınmamıştır.

1986-1994 yılları arasında, böbrek taşı öyküsü olmayan 81093 hemşire çalışmaya katılmış ve 18 meşrubat sorgulanmıştır. En çok tüketilen sıvılar su (ortalama 2-3 bardak /gün), kafeinli kahve (ortalama 1 fincan/gün), süt (2-4 bardak / hafta).

Kafeinli kahve, kafeinsiz kahve, çay, şarap belirgin olarak riskle ters ilişkili, greyfurt suyu riskle doğrudan bağlantılı bulunmuştur .Her 240 ml kafeinli kahve riski % 10 azalmaktadır; kafeinsiz kahve % 9, çay % 8, şarap %59 riski azaltmaktadır. Greyfurt suyu, riski % 44 arttırmaktadır. Kafeinli kahve ve şarap belirgin olarak sudan daha fazla koruyucudur.

Araştırmanın bulguları total sıvı alımının, böbrek taşı oluşumu ile ters ilişkili olduğu hipotezini doğurmaktadır.

Kafein, Antidiüretik hormonu ADH’nin (Vücuttan su atılmasını kontrol eden hormon) böbrek üzerindeki etkisiyle yarışarak idrarı daha fazla dilue etmekte ve kristal formasyon riskini azaltmaktadır. Ancak kafein nedeniyle kalsiyum atılımı da artmaktadır.

Benzer olarak alkol ADH`u inhibe eder, idrar akımı artar, idrar konsantrasyonu azalır. Şarabın, biradan daha olumlu etki göstermesi şaraptaki daha yüksek alkol konsantrasyonu ile bağlantılı olabilir. Greyfurt suyu barsak duvarına etkiyle birkaç serumun ilaç düzeyini etkiler; ve belki de potansiyelolarak önemli diyet faktörlerinin metabolizmasını da etkiliyordur. Erkektekinin aksine kadınlarda elma suyu ile ilgili belirgin bağlantı bulunamamıştır.
Diyetteki kalsiyum, potasyum ve süt alımı riskle ters orantılıdır.

Kendi Kendine Meme Muayenesi

Hazırlayan: Dr. Mehmet Özen
Ankara Numune Eğitim ve Araş. Hastanesi, Aile Hekimliği

 Meme hastalıklarının erken tanısında hastanın düzenli aralıklarla kendi kendini muayene etmesi büyük önem taşır. Her ay bir kez kendi kendine meme muayenesi yapması kadının kendi memesinin normalde nasıl hissedildiğini, normal durumunun ne olduğunu öğrenmesini ve herhangi bir değişiklik gelişince en kısa sürede belirlenmesini sağlar. Meme muayenesi için en uygun zaman adet gören kadın için adetinin bitiminden sonraki ikinci ya da üçüncü gündür. Adet görmeyen kadınlar ayın belirli bir gününü seçip her ay gün atlamaksızın kendi kendini muayene edebilir. Bazıları bu muayeneyi banyodayken yapar. Parmaklar ıslak ve sabunla deri üstünde daha rahat kaydığından altındaki dokuyu ve değişiklikleri hissetmek daha kolay olur.


Şekil21. Bir ayna önünde durunuz. Her iki memenize bakınız. Meme başından akıntı, meme başında çekinti, memede çukurlaşma, buruşma ya da kabuklaşma gibi normal dışı bir durum olup olmadığını  dikkatle inceleyiniz.






Şekil32. Ellerinizi başınızın arkasında birleştirin ve başınızı öne doğru iterek kasların gerilmesini sağlayınız. Bu sürede aynaya bakarak normal dışı bir durum olup olmadığını inceleyiniz.






3. Sonra ellerinizi belinize doğru kuvvetlice bastırınız. Öne doğru hafifçe eğiliniz, omzunuzu ve dirseklerinizi öne doğru itiniz. Şekil 2 ve Şekil 3 deki iki hareket memenin boyutlarında ve biçiminde bir değişme olup olmadığını gösterir. Bunu yaparken göğüs kaslarının gerilmiş olması gerekir.






4. Sol omuzunuzu kaldırınız. Sağ elinizin üçüncü ve dördüncü parmakları ile bastırarak dış uçtan başlayıp meme üzerinde küçük daireler yapacak biçimde elinizi hareket ettirerek bütün memeyi inceleyiniz. Sonunda meme başına varmış olmanız gerekir ve bütün memeyi bu yolla değerlendirmiş olacaksınız. Meme ile koltuk altı arasındaki bölgeyi de inceleyiniz. Aynı işlemleri sırayla diğer memenizede uygulayınız.


5. Memenizin başını nazikçe sıkınız ve bir akıntı gelip gelmediğine dikkat ediniz. Aynı işlemleri sırayla diğer memenizede uygulayınız. Eğer bir akıntı varsa doktorunuza başvurmalısınız.






6. Resim 4 ve 5’te gösterilen işlemleri yatarken de yinelemek gereklidir. Sırt üstü yatınız, sol kolunuzu başınızın üstüne doğru getiriniz, sol omuz altına ufak bir yastık ya da bükülmüş havlu koyunuz. Bu biçimde yatış, incelemeyi kolaylaştırır. Daha önce tanımlandığı gibi, dairesel hareketlerle bütün memenizi parmaklarınızın ucu ile hissediniz.


 


Derinin altında ya da meme dokusu içinde her zaman hissettiğinizden farklı olarak sert bir kitle olmadığından emin olmanız gerekir.  Eğer bir değişiklik ya da sert bir kitle farkedersiniz. En kısa sürede doktorunuza ya da bir genel cerrahi uzmanına başvurunuz.